Dünya genelinde yaklaşık yirmi yıldan beri
genelde sağlık sektörü, özelde hastaneler piyasacı sağlık
politikaları nedeniyle aktif ve pasif özelleştirmelerle karşı
karşıya kalmaktadır (Ostry ve Spiegel, 2004). Kamu
hizmetlerin özelleştirilmesinin çalışma yaşamına, bir
çalışma ortamı olan hastaneye, hastane sağlık
çalışanlarına ve hastalara doğrudan olumsuz etkileri
bulunmaktadır. Örneğin, tüm hizmetler paralı hale
gelmekte ve hastane mülkiyetine sahip olan özel sektör,
hastaneyi öncelikle “kar getirici” bir yatırım alanı olarak
görmektedir (Holden, 2005, Øvretveit, 2003). Böyle
olunca, hastaneler daha çok anakentlerde
yoğunlaşmakta ve sağlık çalışanları birinci basamak
sağlık kurumları yerine büyük oranda hastanelerde
çalışmaktadır (ILO, 1999). Örneğin, Dünya Sağlık
Örgütü (DSÖ) (2006) dünya nüfusunun %55’inin
kentlerde yaşarken, hekimlerin %75’inin, hemşirelerin
ise %60’ının kentlerde çalıştığını belirtmektedir.
ABD’deki toplam işgücünün %4’ünü hastane sağlık
çalışanları oluşturmakta, Avrupa ülkelerinde her iki
hekim ve hemşireden birisi, Türkiye’de ise yaklaşık
%70’i hastanede çalışmaktadır (OSHA, 1999; WHO,
2001a). Bunların yanında, son yıllarda hastaneler işleyiş,
çalışma koşulları ve çalışma ilişkileri açısından da büyük
farklılıklar göstermektedir (Ostry ve Spiegel, 2004).
Örneğin, hizmetlerin başarısı maliyet analizleri ile
değerlendirilmektedir. Gerçekte bu analizler az sayıda
sağlık insan gücüyle çok iş yapılabilmesinin ve kurumun
karını en üst düzeye çıkarabilmesinin bir aracı olarak
kabul edilmektedir (Bach, 2000).
Makalenin devamı için buraya tıklayınız.
0 yorum:
Yorum Gönder